1900 yılında Urfa'nın Bıçakçı Mahallesi’nde doğan Tahir Oturan , Nevai Aşireti’nin Büyükhatipoğlu sülalesindendir. Babası Mukimler’den Hacı Abdurrahman, annesi Fatma hanımdır.
Mukim Tahir, memlekette sevilen ve sözleri geçen varlıklı bir aileye mensuptu. Ailesinin elinde çok geniş ve verimli araziler vardı. Arazilerinden bir kısmı Suriye topraklarında kalmıştı. Harran ve Bozova bölgesinde 12 köy, Eski Kehriz Bahçesi, Değirmen ve Akarbaşı’nda bir çok ev ve odaları vardı. Balıklıgöl’deki Mecmue’l Bahr Mevkii de kendilerinindi. Büyük ağabeyi Mukim, Harran’da odası olan sayılı bir kişiydi. Bir çok davalar onun odasında halledilirdi. Ailesi valıklı olduğu için Mukim Tahir’in çocukluk ve gençlik yılları bolluk ve zenginlik içinde geçmiştir.
Mukim Tahir; ilk evliliğini İshakoğullarından Fatma hanımla yapmıştır, hanımının ölümü üzerine Zeliha Hanımla evlenmiştir. Evliliklerinden çocuğu olmamıştır.
Mukim Tahir, güzel giyinen, iri yapılı, uzun boylu, kaytan bıyıklı, esmer ve çok yakışıklı biridir. Hoşsohbet biri olup fıkralar, hikâyeler anlatarak sohbetini, konuşmalarını süsleyen, gayet hürmetkâr, bir çocuğa bile hürmet eden bir kişiliğe sahiptir.
Arazi anlaşmazlığı yüzünden bir arkadaşı ile birlikte amcasını öldürür. Kendisine 101 sene, arkadaşına 24 sene mahkûmiyet verilir. Çevresinde çok sevilen, sayılan, sanatçı ruhlu bir kişi olduğundan Mukim Tahir’in cinayet işlediğine kimse inanmak istemez. Urfa cezaevinde hapis yatar. Cumhuriyetin onuncu yıl affından yararlanarak hapisten çıkar. Hanımı bu hadise üzerine hastalanıp verem olur ve ölür.
Hapse girmesi ve hanımının ölümünden sonra yaşantısı bozulur, sefahate dalar. Akşam nerde sabah orda, günlerce evine uğramaz. Elinde olan araziyi ve mülklerini peyderpey satarak harcamaya başlar. Bir süre Akçakale’de bir süre de Suruç ilçelerinde kalır. Birkaç sene içerisinde hem mal varlığını kaybeder, hem alkolün pençesine düşer. O artık; yalnız ve yoksul bir adamdır.
Yapacağı bir meslek olmadığı için çok perişan bir hale düşer. Bir süre hamamcılık yapar. Bir süre de Urfa'nın Haşimiye çarşısındaki dayısının fırınında çalışır, Aynzeliha Parkı’nda bulunan Saz'da (Gazino) bir süre hem okuyuculuk yapar, hem de bağlama ve darbuka çalar. 1939 senesinde Tenekeci Mahmut Güzelgöz ve Hacı Nuri Hafız ile Muhacir Çarşısı’ndaki Aslanlı Han’da bir oda tutarlar. Beraber mevlit okumaya giderler. O arada Mukim Tahir içkiyi bırakmıştır. 1941 yılında Şanlıurfa Halk Evi kahvesini çalıştırır. Aynı zamanda Halkevi saz ekibini de çalıştırarak halk konserleri verdirir.
Mukim Tahir 1946 yılında Zonguldak’ın Yenice İlçesi’nde vefat etmiş ve cenazesi orada defnedilmiştir. Mezarının yeri bilinmemektedir.
URFA’DAN AYRILIŞI VE HAZİN ÖLÜMÜ
Mukim Tahir, zengin iken fakirliğe düşmesini bir türlü içine sindiremez ve bu halinden çok sıkılır. 1945 yılında Zonguldak'a bağlı Yenice Kazası’nda müteahhitlik yapan arkadaşı Herrem Nuri, kendisini çalışmak üzere yanına çağırınca, tereddüt etmeden Zonguldak’a gider. Kendisini uğurlamaya gelenlere "bir daha dönmeyeceğim" der, dostlarıyla helallaşır. Hakikaten de bir daha oradan dönmez.
Mukim Tahir’den önce Yenice’ye çalışmaya giden Urfalı Köşker Hacı Mustafa Nacar, Mukim Tahir için "Onun yaşantısı kadar ölümü de hazin oldu" deyip şunları anlatmıştır: "Biz Zonguldak'ın Yenice Nahiyesi’nin Cebeci mevkiinde bulunan bir köyde, tren yolu işinde çalışmaya gittik, Mukim Tahir de bizden iki üç gün sonra oraya çalışmak üzere sazıyla birlikte geldi.. Memleketten ayrılmanın hasretinden olsa gerek çok dalgın ve düşünceliydi. Hasta ve bitkin bir vaziyetteydi ve geldiğinin üçüncü günü çok rahatsızlandı. Yerimiz ilçeye yaya olarak bir saat mesafedeydi, ilaç almak üzere ilçeye gitmeye hazırlanırken vefat etti. Cenazeyle ilgili gerekli hazırlıkları yaptık, defnetmek üzere yakınımızda bulunan köyün mezarlığına götürdük. Mezarlık yeri, zemini yumuşak toprak olan tepelik bir yerdi. Toprağı kazdık ama sert bir zemin bulamadık ve açtığımız çukura gömdük, etrafına bir iki tahta koyduk. Yağmur yağıyordu ve toprak atınca tahtalar yıkıldı. Öylece üzerini kapattık. Çok üzüldük, memleketin en meşhur ve en zengin insanını, memleketinden yüzlerce kilometre uzak bir köyde, mezar bile olmayan bir çukura gömdük. Öldüğünde cebinde on para çıkan Mukim Tahir’in bu şekilde ölümüne çok üzüldük, moralimiz bozuldu, biz de dayanamayıp birkaç gün sonra Urfa’ya döndük”
İşte, "Ayağında kundura" türküsü gibi meşhur birçok türkünün bestekârı Mukim Tahir’in gömüldüğü yer-bugün için- bilinmediğinden mezarı kayıptır. Bu konuda yapılan araştırmalarımızdan, yeğeni ve diğer yakınları ile görüşmelerimizden bir netice çıkmamıştır. Mezarının bulunması ve Urfa’ya nakli amacıyla, Halil Binbaşıoğlu Şanlıurfa Belediye başkan yardımcısıyken Zonguldak'a yaptığı yazılı başvurudan da bir netice çıkmamıştır.
Bu konudaki çalışmalarımızı duyan Urfalı Doktor Mehmet Işık, 1980’li yıllarda Zonguldak’ta görev yaptığını, bu sırada ev sahibinin bir yakınının öldüğünü ve bu nedenle Zonguldak aile mezarlığına gittiğini, mezarlıkta törenin bitmesini beklerken üzerinde “Urfalı Mukim Tahir” yazan mezar taşını gördüğünü bize nakletti. Zonguldak’a yerleşmiş Urfalılar’dan yardım isteyip, bahsedilen mezarlıkta araştırmalar yaptırdık, maalesef mezarının yerini tespit ettiremedik. Mezar sahipsiz olduğu için, üzerine başkaları gömülerek mezar taşı yok olmuş diye yorumladık.
Vaktiyle zengin ve ünlü bir sanatçı iken, yaşadığı bir sürü talihsiz olay nedeniyle fakir düşen, sıkıntılı günler yaşayan Mukim Tahir, mezarının yeri bile bilinmeyen, “ünlü” fakat “garip” sanatçı olarak müzik tarihine geçmiştir.
MÜZİK HAYATI
Mukim Tahir Urfa’nın yetiştirmiş olduğu en ünlü ses sanatkârlarından biridir. Aynı zamanda bestekârdır. İçli, yanık ve pürüzsüz, gür ve tok bir sese sahiptir. Sesinin gücü ve gırtlak nağmeleri dinleyenleri etkilemektedir. Eserleri çok ustaca okur. Kendine has okuma tavrı ile bir ekoldür. Çok iyi bir taklit yeteneği ve üstün vasıfları olan usta bir sanatçıdır.
Mukim Tahir’le takım kuran ve onunla yıllarca müzik meclislerine katılan Tenekeci Mahmut Güzelgöz, Mukim Tahir'in müzik hayatı ile şu bilgileri vermektedir: “Mukim Tahir küçük yaşlarda müziğe merak sardı, babasının varlıklı olmasından dolayı bir çok hocadan ders aldı. Kör Ahmet Hafız, Kirişçi Halil, Cürre Mehmet ders aldığı hocalardan birkaçıdır. Bu hocalardan en çok Cürre Mehmet’ ten faydalanmıştır. Delikanlılık çağında sesinin çok güzel ve mahalli ağzı çok iyi kullandığından dolayı kısa zamanda büyük isim yaptı. Dağ yatıları ve sıra gecelerinde usta-çırak geleneği içinde Urfa makam geleneğini öğrenmiştir. Zamanının en iyi gazelhanı oldu. Ayrıca iyi bir hanende idi. On beş kişi şarkı söylese sanki kendisi yalnız okuyormuş havası olurdu, bütün sesleri idare ederdi.
Mukim Tahir, dönemin meşhur okuyucuları Damburacı Derviş, Hacı Nuri Hafız, Kel Hamza, Bekçi Bakır, Topal Abe, Marangoz Mehmet, Kanuni Ayıbo, Kurrik Mahey, Vaveyli Mustafa Çavuş gibi ustalarla birçok müzik meclislerinde bulunmuştur.
Eskiden Urfa müzik meclislerinde, çoğu zaman akşamdan oturulup sabah ezanına kadar musiki icra edilirdi. Bu müzik meclislerinde, Halk müziği, Sanat müziği gibi bir ayrım yapılmadan şarkı, türkü, ilahi, gazel ve hoyratlar “geleneksel makam seyri” içinde icra edilirdi. Mukim Tahir bulunduğu bu müzik meclislerinde fasılı idare eder, sabahlara kadar okurdu. Hafızası çok kuvvetli olup şarkı, türkü ve gazel repertuvarı çok genişti. Meclislerde okunan yahut herhangi bir yerden duyduğu bir şarkı veya türküyü hiç unutmazdı . Türkçe, Kürtçe, Arapça ve Farsça eserler okurdu, müzik dağarcığı geniş olduğundan okudukça coşardı. Çok mükemmel bir musiki kulağı vardı.
Sesinin güzelliğinin ünü yurdun bir çok yöresinden de duyulmuştu. 1940 yılında kanuni Arteki Candan İstanbul’dan Urfa’ya geldi bir müzik aleminde bizleri dinledi , Mukim Tahir’le beni çok beğendi ve plak doldurmak için bizi İstanbul’a davet etti, Tahir de o ara sazda darbuka çalıp türkü söylüyordu. Mukim Tahir’in sefalet yıllarıydı. Mukim Tahir, İstanbul’a giderek ilk plağını Sahibinin Sesi Plak’a yaptı. Plakın bir yüzüne şehnaz makamında Hüsnün senin gazelini diğer yüzüne de Elleri pambuh türküsünü okudu. Bu plakın yapımcıları çok beğendiklerinden iki plak daha yaptılar. Bu plaklara ise Ayağında kundura, Kapıyı çalan kimdir, Kırmızı kurdele türküleri ile Yaram sızlar hoyratını okudu.
1938 yılında Urfa Türkülerini derlemeye gelen Muzaffer Sarısözen grubundaki heyet Mukim Tahir başta olmak üzere birçok Urfalı’dan türküler derlemiştir. Çarşıda nişe, Havayi deli gönül, Abdonun mezarını, Bu pınar eşme pınar ezgileri Mukim Tahir’den derlenen ve kayda alınan eserlerdir.
1943 yılında Ankara Radyosu’ndaki konserinden ve ayrıca hususi gecelerde verdiği konserden sonra gazeteler kendisinden sitayişle bahsetmişlerdir.
Ankara’daki bir Urfa gecesinin ardından; uzun boylu, iri yarı ve çok yakışıklı olan Mukim Tahir’i anlatan bir gazete "Mukim Tahir, Birinci Cihan Harbi’nde Çanakkale ve Galiçya’da gördüğümüz Urfalı amca ve dayıların ta kendisi idi" diyerek bahsetmiştir. Sanat derecesi için ise şu cümleleri kullanmıştır." Birçok konserler gördük, orkestra şefleri topluluğu ellerinde tempo değnekleriyle idare ederlerken, Mukim Tahir on sekiz kişilik saz heyetini, başını öne eğmesiyle konsere Urfa Divan Peşrevi’yle başlanmış, saatlerce devam eden ve makamdan makama geçen Urfa türkülerini icra ettirmiş ve yine başının arkaya gitmesiyle hatasız olarak fasılı sona erdirmiştir."
1944 yılında otuz kişilik bir ekiple Türkiye turuna konserler vermek için çıkmış, Ankara Radyosu’nda bir konser verdikten sonra İstanbul’a gelmiş, orada 15 gün Tepebaşı Gazinosu’nda gittiği heyetle beraber konserler vermiştir. Kendisiyle birlikte müzik ekibi şu kişilerden oluşuyordu: Cünbüş çalan Ali Çine, Neyzen Hafız İsmail Neşetkar , Abdurrahman Savaşan, Darbukacı Kunduracı Ali Rıza, türkücü Abdi Saraç, Hoyratçı ve gazelhan Karaköprülü İsmail, cura saz çalan Kanuni Ayıbo, Kurrik Mehe (Mehmet Sağlamkol). Halk oyunları ekibi ise şu kişilerden oluşmaktaydı. Kasap Yasin, Karuka Müslüm, Kasap Mustafa, Kasap Mehmet, İplikçi Halil, İbrahim Çavuş, zurna çalan Saliho ve davul çalan Abdurrahman Palabıyık’tı.
Günümüzün birçok sanatkârı Mukim Tahir’in eserlerini okumuşlardır. Bunlardan Zeki Müren, Bülent Ersoy ve İbrahim Tatlıses gibi sanatkârları sayabiliriz. İbrahim Tatlıses'in meşhur olmasına Mukim Tahir'in "Ayağında kundura" isimli türküsü vesile olmuştur.
1935 yılında Halkevi Bando şefi olan Osman Özsoy, Mukim Tahir'in birçok müzik meclislerinde bulunmuş ve onu yakinen tanımaktadır. “Urfa Musikişinasları” adında başlayıp tamamlayamadığı eserinde Mukim Tahir’le ilgili "Maalesef Urfa Mukim Tahir’den istifade edememiştir. Ona bir iş bularak, yanına istidatlı gençler yetiştirilmek üzere verilmiş olsaydı, bugün birçok Mukim Tahirler yetişmiş olacaktı" diye not düşmüştür.
Hakikaten eserleriyle, bağlama çalmasıyla, sesiyle ve okuma tavrıyla bir ekol olan Mukim Tahir'e sahip çıkılmamış ve değerlendirilememiştir. Memleketine ölümsüz eserler bırakan büyük bir sanatçının yoksullukla kıvranmasına seyirci kalınmıştır. Bu nedenle Mukim Tahir Urfa’ya kırılmış, küsmüş, bir daha dönmemek üzere Urfa’dan ayrılmış ve gerçekten de bir daha dönmemiştir. Mezarının bulunmamasındaki sebep de, belki, hâlâ Urfa’ya dönmek istememesidir, kim bilir… Geçmişte sahip çıkılmamış. Bugün memleketimizin medarı iftiharı olan usta sanatçılarımıza sahip çıkılıyor mu ? Bunun cevabı da maalesef "hayır" dır.
Müzik tarihimizde Mukim Tahir bir iz bırakarak aramızdan ayrılmıştır. Nur içinde yatsın.
ESERLERİ VE OKUDUĞU PLAKLAR
Ses sanatçılığı yanında beste de yapan Mukim Tahir’in elimizde maalasef çok sayıda eseri yoktur. Onun yaşadığı 1900-1945 dönemi Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşlarla geçen en çalkantılı dönemidir. 1920 Yılı Urfa’nın düşman işgalinden kurtuluşunun yaşandığı sıkıntılı dönemdir. Bu dönemde yaşanan sıkıntılar, çekilen acılar elbette türkülere, hoyratlara yansıyacaktır. Yine yaşadığı fırtınalı hayat, hanımının ölümü, yoksulluk yılları Mukim Tahir üzerinde olumsuz etkiler bırakmış ve bu da eserlerine yansımıştır. Fakat o gün için bunların kayıt altına alınmaması, birçok eserin günümüze ulaşmasını engellemiştir. O yıllarda “esere sahip çıkma“ ayıp karşılanmaktaydı. O yıllarda sözlü gelenek hâkimdi, ses kayıt cihazları yaygın değildi, nota bilenler pek azdı, derlemenin önemi henüz bilinmiyordu. İşte bu nedenlerle o günlerde tespit edilmeyen Mukim Tahir’in birçok eserinin günümüze ulaşmadığı kanaatindeyiz.
Mukim Tahir’in ilk ses kayıtları 1938 yılında derleme gezisi için Urfa’ya gelen Muzaffer Sarısözen tarafından gerçekleştirilmiştir.
Mukim Tahir ömrünün son yıllarında 40 yaşının üzerinde iken İstanbul’a giderek üç taş plak yapmıştır. Birçokları gibi bizler de Mukim Tahir'i ancak bu plaklarındaki sesinden tanımaktayız. Okuduğu plaklarda yöresinin üslup ve ağzını aynen muhafaza etmiş, sesinin tüm özelliklerini kullanarak ustalığını ispat etmiştir. Plağa okuduğu eserleri daha sonraki yıllarda okuyan sanatçılar, onun tavrında okumaya çalışmışlardır. Ömrünün son yıllarında doldurulmuş olsa bile, plaklarındaki sesi bugün dahi dinleyenleri etkilemektedir.
1938 yılında Urfa’ya gelen Muzaffer Sarısözen’in, Mukim Tahir’in derlediğin ezğiler şunlardır;
1. Çarşıda nişe - Türkü
2. Bu pınar eşme pınar - Türkü
3. Abdonun mezarını –Uzun Hava
4. Havayi deli gönül – Uzun Hava 1938 yılında Mukim Tahir’den kaydedilen eserlerdir.
TÜRKÜ ve HOYRATLARININ HİKÂYESİ
İnsanlar; acı ve tatlı günlerini, yoksulluğunu, çektiği ıstırapları, ezilmişliğini, isyanını, yiğitliğini, türkülere, uzun havalara dökmüştür. Bu nedenle sizi duygulandıran, içinizi kor gibi yakan hemen her türkünün acıklı bir öyküsü vardır. Bestekârı bir olay karşısında diliyle ifade edemediği duyguları türkülere hoyratlara dökmüştür.
Fırtınalı bir hayat yaşayan Mukim Tahir de zenginlikten fakirliğe düşmüş, istemediği olaylara karışmış, mahpusa düşmüş, hanımını kaybetmiş, maddi sıkıntı ve çaresizlik nedeniyle gurbete çıkmış ve gurbette memleket hasreti ile ölmüştür. Bu acı ve ıstıraplar Mukim Tahir’in ağzından türkülere hoyratlara dökülmüştür.
“Kapuyu çalan kimdir“ türküsünün hikayesi
Bu türkünün hazin bir hikâyesi vardır. Amansız bir hastalıktan ölen hanımının üstüne söylediği bu türkünün hikâyesi şöyle anlatılmaktadır.
Mukim Tahir, ustalığı ve sesinin güzelliği, hoş sohbeti nedeniyle Urfa müzik meclislerinin aranılan kişisiydi. Bu nedenle hemen her gece ayrı bir müzik meclisine çağrılırdı. O geniş arazileri olan varlıklı biriydi. Bu nedenle her gece ayrı bir mecliste müzik meşkine katılır sabahlara kadar eğlenirdi. Mukim Tahir’in hizmetlerini gören bir azabı da vardı. Her gittiği yere azabını da birlikte götürür, azabı kendisine çok hürmet ederdi.
Mukim Tahir’in hanımı uzun zamandan beri hastaydı. İnce hastalığa (verem) yakalanmıştı. Tahir, müzik meclisleri, günler süren dağ yatıları nedeniyle evini ve hanımını uzun zamandır ihmal etmekteydi. İlgisizlik nedeniyle hanımının hastalığı da gün be gün artmaktaydı.
Bu minval üzere günler günleri kovalarken Mukim Tahir ve azabının bulunduğu bir müzik meclisinde, azabına, evden, Tahir’in hanımının ağırlaştığı haberi gelir. Azabı bu habere çok üzülür, bir şeyden haberi olmayan Mukim Tahir’e biraz sertçe “Üstad kalk eve gideceğiz“ der. Bunu duyan Tahir hayretler içinde azabının yüzüne bakar. Çünkü o güne kadar değil böyle bir laf söylemek, azabı kendisine karşı konuşmaya bile çekinirmiş. Azabının böyle söylemesinden kötü birşeyler olduğunu sezer. Azabının bu münasebetsiz sözleriyle mecliste bozulmuş olmasına rağmen, azabını azarlamaz ve izin isteyerek meclisten ayrılır. Eve kadar azabı ile hiç konuşmaz. Eve geldiklerinde Mukim Tahir sertçe kapıya bir-iki vurur. İçerden iniltili bir şekilde “Kapıyı çalan kimdir, aç bakım gelen kimdir, yaram derine düştü, belki gelen hekimdir“ diyen hanımının sesini duyar. Mukim Tahir o zaman hanımının çok hasta olduğunu anlar. Kendisini meclisten kaldıran azabına teşekkür ederek içeriye girer. Hanımın yanına oturur. Hanımı çok hastadır ve ölüm döşeğindedir. Birkaç gün hanımının yanında kalsa da, hanımı bir müddet sonra vefat eder. Hanımının ölümü kendisini yıkar. Hanımıyla yeteri kadar ilgilenmediği için kahrolur, fakat iş işten geçmiştir. Hanımının, yatağında inlerken, söylediği sözler Tahir’e çok tesir eder. Onu duygulandırır. Ve dilinden “Kapıyı çalan kimdir / aç bakım gelen kimdir / yaram derine düştü / belki gelen hekimdir“ türküsünün ezgileri dökülmeye başlar.
“Kırmızı kurdela“ isimli türkünün hikayesi
Mukim Tahir devrinin en ünlü sanatçısıdır. Ünü Urfa sınırlarını aşmıştır. Çevresinde sevilen ve sayılan biridir. Kendisine yapılan yanlışlığı kabul etmeyen, gururuna düşkün ve asabi mizaçlı, çağrıldığı her yere gitmeyen ve gittiği yerde de çok hürmet gören biridir.
Mukim Tahir bir gün program yapmak üzere Ankara Radyosu’na davet edilir. Gabardin şalvar, kırk düğme yelek gibi mahalli kıyafetler giymiştir. Tahir’in kaytan bıyıkları da dikkat çekicidir. Elinde sazı ile Ankara Radyoevi’ne girerken, orada görevli modern giyimli bir bayan Mukim Tahir’in şalvarına ve kaytan bıyıklarına bakarak alaylı bir şekilde gülümser. Bu davranış Mukim Tahir’in canını sıkar. Stüdyoya girerken bayandan adını sorar. Bayan, adının “Emine“ olduğunu söyleyince Mukim Tahir;
Kırmızı kurdele
Kör olasın Emine
Endim derelerine
Bilmem nerelerine
Kaytan bıyıklarımı
Sürem nerelerine
türküsünü hemen orada irticalen söyler.
Türkü bitince kendisi ile alay eden bayan, hatasını anlar ve üstadın elini öperek, özür diler. Mukim Tahir bu olay karşısında irticalen bestelediği “Kırmızı kurdele“ türküsünü daha sonra plağa okumuştur.
“Yâr içerden” hoyratının hikâyesi
Mukim Tahir çok güzel sesi olduğu, çok iyi de bağlama çaldığı için, müziğe meraklı Urfalı’lar onu hemen her gece bir meclise davet ederler. Kendisi de müziğe çok meraklı olduğu için davetleri kabul eder. Sıra gecelerine, asbap geceleri, dağ yatıları ve bağ evlerindeki müzik alemlerine sık sık katılır. Gittiği yerlerden çoğu kez gecenin geç vaktinde alkollü olarak eve döner. Her gece müzik alemlerine katılması, gecenin geç vakitlerinde eve gelmesi, bazen günlerce eve gelmemesi, alkol kullanması kendisine maddi olarak çok şey kaybettirir ama bir türlü bu alışkanlığından vazgeçmez. Severek evlenmiştir, hanımı kendisini, kendisi de hanımını çok sevmektedir ama hanımı, kocasının her gece geç gelmesinden çok şikâyetçidir. Kocasını sevdiği için “kaderimdir” der çeker.
Günler günleri kovalayıp, kocasının her gece bu halde gelmesi, evini ihmal etmesi, hanımını çileden çıkarır, canına tak eder. “Artık yeter, daha dayanamayacağım, bu gece de eve geç gelse onu içeriye almayacağım” der ve kocasını beklemeye başlar. Hanımı için gece, bitmek tükenmek bilmez. Nihayet sabaha karşı bir elinde sazı, kafası çakırkeyf olan Mukim Tahir eve gelir. Kapıyı çalar. Mevsimlerden kıştır, sabaha karşı olduğundan hava çok soğuktur, ayaz vardır. Rüzgâr insanın yüzünü tırmalamaktadır. Tahir, kendini bir an önce eve atmak için kapının tokmağını birkaç kez üst üste vurur. Hanımı zaten gece boyunca uyumamıştır. Daha ilk kapı çaldığında duymuştur, ama kapının ardında bekler, hiç ses çıkarmaz. Soğuktan titremeye başlayan kocası hem kapıyı vurup hem de “kapıyı aç” diye bağırınca, hanımı kapının ardından ses verir “Her gece bu saatlerde geliyorsun, yeter artık senden çektiğim, seni içeri almayacağım” der. Kocası “Hava çok soğuk, aç kız” dese de hanımı kararlıdır. “Açmayacağım” der. Mukim Tahir, dil döker yalvarır, ama nafile. Tahir, hanımının gerçekten kapıyı açmayacağını anlayınca, kapının karşısındaki duvara sırtını verir, yüzü kapıya gelecek şekilde yere oturur. Hatasını telafi etmek için sazının tellerine yavaş yavaş dokunur, ardından elini kulağına atarak yanık sesi ile;
Yar içerden
Yar bağrım, yar içerden
Gözüm kapıda kaldı
Çıkmadı yar içerden
Hoyratını okur. Hanımı ağlamaya başlar, içi sızlar, sevdiği insanın dışarıda soğukta kalmasına gönlü razı olmaz, “Tahir, bu hoyratın tekini söyle seni öyle içeri alayım” der.
Mukim Tahir de kapının önünde ağlamaktadır. Tahir, elini tekrar kulağına atarak şu hoyratı okur;
Sürme beni
Çek göze sürme beni
Kapıyda kul olmuşam
Darılıp sürme beni
Hanımı artık dayanamaz, kaderine razı olur, kapıyı açar ve ağlamakta olan kocasını içeri alır. Birbirlerine sarılırlar.
KAYNAK: ABUZER AKBIYIK.COM