Şarkışla ilçesinin Ağacakışla bucağına bağlı İğdecik Köyünde doğdu. Babasının adı Hüseyin, annesinin ki Kamer'dir.
Bugün hayatta olan ve Mersin'de yaşayan torunları, soylarının Horasan'dan geldiğini, önce Malatya'nın Hekimhan ilçesine, sonra kalkıp Şarkışla'ya gelmiş ve İğdecik Köyünü kendilerine yurt edinmişler. Aşık Veli, 1853 yılında öldüğü vakit 60 yaşını aşkın olduğu söyleniyor: Buna göre doğumunun 18. Yüzyılın sonlarında olduğu anlaşılmaktadır. Şimdilik kesin bir rakam vermeğe imkan yok.
10 yaşında iken annesini, çok geçmeden de babasını kaybetti. Onların sağlığında üç-beş parça tarlaları vardı. Ölümlerinden sonra hepsi, çeşitli bahanelerle kapanın elinde kaldı. Kurtarmak için hangi dala yapıştıysa eli boşa çıktı. Köy yerinde malı mülkü, sığırı davarı olmayan kimsesiz bir çocuk ne yapar? Ancak şunun bunun yanında çobanlık. O da aynı yola gitmekten başka çare göremedi. Ağaların emrinde aylarca ve yıllarca şu dağ senin, bu tepe benim deyip, dolaştı durdu. Bulduysa yedi, bulamadıysa çekti sırtına abasını, koydu başını bir çul yığının üzerine.
İlk aşkı:
Öteden beri, Yozgat'ın Muğallı Köyü Türkmenleri yaylak için İğdecik civarlarına gelirdi. Veli bir ara onlara da çoban durdu. Bakımları ve yardımlarını beğenmiş olacak ki, tam yedi sene hizmet etti. O yıllarda başından bir de gönül macerası geçti. Belki de yanlarında uzun süre bu meseleden dolayı kaldı. Ağasının Telli adında bir kızı vardı. Onunla iki kardeş gibi büyüdüler. Ne zamanki kız serpilip de zülüf düzmeğe başlayınca Veli'nin durumu değişti. İçinde çeşidi belirsiz duygular depreşmeğe başladı, önceleri kızın haberi yoktu. Sonra sezer gibi olduysa da pek umursamadı. O mevzuda ne yakınlık gösterdi, ne de çekingen davrandı. Arkadaşlıkları gene eskisi gibi sürdü gitti. Ama Veli, fazla sabredemedi. Bir bekledi, iki bekledi, en sonunda duygularını açığa vurdu :
"Ama dilber çok iş bilir ustasın
Melül mahzun gezen bilmem hastasın
Sinem püte ettin mekan istersin
Muhkem imiş alamadım kal'an yar "
Kızın annesi ve babası vaziyeti neden sonradan anladılar. Fakat üzerine aldığı üzerine aldığı bir vazifeyi kusursuz yerine getiren Veli'yi bu mevzuda incitmek istemediler. Tek çıkar yolun, kızlarını kendi seviyelerinde ki bir kişi ile evlendirmek olacağına karar verdiler. Çok düşünmediler de. Muğallı'lı bir genç uzun zamandan beri kapılarını aşındırıp duruyordu. Ona "peki" deyip işin içinden çıktılar.
Veli, Telli Kız'ın başkasıyla evleneceğine bir türlü inanamadı. Daha doğrusu inanmak istemedi. Ne zaman ki göçünü kendi eliyle yükleyip onu yola vurunca, acı gerçeği kabul etmek zorunda kaldı:
"Hel hel ettim Mağara'dan uçurdum
Telli Kız'ın gitti derler bu yola
Elim ile evlerini göçürdüm
Telli Kız'ın gitti derler bu yola"

Kemter'e Çırak Oluşu:
Veli kabiliyetli bir gençti. Telli Kız'ı yolcu ettikten sonra söylediği deyişleri ağızdan ağıza yayılmaya başladı. Taa Şarkışla'nın Kale köyünde oturan Aşık Kemter'in kulağına kadar gitti. Kemter bu genci bayağı merak etti.Bir gün yanına ısmarladı. Onu ilk görüşte sevdi. Yanından ayırmak istemedi. Dizinin dibine oturtup aşıklığın bütün kurallarını ve törelerini öğretti. Birlikte söylediler, birlikte çığırdılar.
Aylar, yıllar derken, bu mutluluk da çabucak geldi, geçti. Kemter 1818 yılında vefat etti. Usta demek, bir bakıma baba yarısı demekti. Onun kaybı Veli'yi çok sarstı. Kime ne desin? Feleğe kahretmekten başka elinden ne gelir ki?..
"Şu yalan dünyada bir üstat buldum
Beni bırakmadın işime felek
Şakirt olan şaşkın olur dem be dem
Ne okursun bilmem guşuma felek"
Hacı Bektaş Tekkesi'ni Ziyaret:
Veli, ustası Kemter'i bir türlü unutamadı. Nereye gitse hep onu anlattı, hep onun büyüklüğünü, insanlığını ve kendisine yaptığı iyilikleri dile getirdi. Komşuları baktılar ki böyle olmayacak, "Veli, dediler; tebdil-i mekanda ferahlık vardır. Buralardan biraz uzaklaşsan iyi olur. Biliyoruz, sen de her Bektaşi gibi pirine ve ocağına bağlısın. İstersen Hacı Bektaş'a kadar git. Hem efendimizin hayır duasını alırsın, hem de rahatlarsın biraz."
O da zaten çoktan beri böyle bir şeyi arzu ediyor, fakat imkan bulamıyordu. Bir gün ne olursa olsun, deyip yola çıktı. Tokat ve Çorum üzerinden Hacı Bektaş'a gitti. İçinden, derdimi, gamımı unuturum, diye geçiriyordu. Ama "dertsiz baş, minnetsiz aş" dünyanın neresinde var ki? O sırada Çelebi Hamdullah Efendinin bir oğlu vefat etmiş, herkes yasını tutuyordu. Çelebi'nin ise ağzını bıçak açmıyordu.
Veli baktı ki, yarasına merhem umduğu tabip kendisinden de hasta. Kimin kime yardım edeceği belli değil.
Düşündü de dedi ki:
Derde tabi oldum tabibi buldum
Vardım ki tabibin derdi benden çok
Her derdin dermanı andadır bildim
Ne hikmet ki onun derdi binden çok
* * *
Dertli olan düşünmesin boşuna
Her iş gelir kul olanın başına
Tefekkür eyledim Hakk'ın işine
Cümle derdi bize reva görmüş
Hak
* **
Ne imiş tecellim nedendir suçum
Derdiniz var ise tabibe açın
Ehl-i Beyt'e yoldaş gam olduğuçün(*)
Aşık isen dertli sinen oda yak
* * *
Hak böyle buyurmuş bina kurunca
Ağlamayı gülmeye eş verince
Tabipler tabibi dertli olunca
Besbelli ki şu dünya da dertsiz yok
* * *
Veli'm eyder işin ah ü zar ise
Hak sana yardımcı işin zor ise
Eğer bunda bir müşkülün var ise
Kerbela'da İmam Hüseyin'e bak
Bu deyişi sessizce dinleyen Hamdullah Efendi, adeta mırıldanarak söylendi: "Efendimiz, Hüseyin o kadar acıya dayandı da, sen bir evlat acısına dayanamıyor musun?" Çelebi bu sefer önüne baktı. Baş parmağını dudaklarına dayayıp, gözlerini yumdu :
"Sus artık, sus... Sen beni aşikare verdin" Sustular ve bir daha bu mevzuu açmadılar. Veli orada epeyce kaldı. Hamdullah Efendi'yi daha çok sevdi ve her geçen gün ona saygısı bir kat daha arttı.
Ölümü:
Tozanlı tarafından gelirken Yıldızeli'nin Davulalan köyünün Sancılıçam mevkiinde fırtınaya tutuldu. Bir an önce köye ulaşmak amacıyla atını mahmuzladı. At hızlı ilerliyordu. Bir çamın altından geçtiği sırada, aşağıya doğru sarkan dallardan korunmak için öne doğru iyice eğilmek zorunda kaldı. At birdenbire yekinince eyerle dal arasında sıkıştı ve eyerin kaşı göğsüne saplandı. O vaziyette köye kadar gitti. Konu komşu tedaviye çalıştılarsa da, yaptıklarından ne olacak. Ancak bir hafta yaşayabildi. Kabristana gömüldü.
Öldüğü vakit yaşı altmışı geçiyordu…
Çeke çeke bu dert beni öldürür
Gönül nazlısını bulana kadar
İnsan vaz mı gelir nazlı yârinden
Yanıp ateşlere ölene kadar
* * *
Gözüm yaşın name yazdım gel şimdi
Eğer tabip isen derdim bil şimdi
Ferhat gibi şirin yâri bul şimdi
Ararım yarimi bulana kadar
* * *
Veli'm eydür nerde benim cananım
Tükendi takatım yoktur mecalım
Azrail gelmiş de istiyor canım
Alma yâr yanıma gelene kadar
---------
(*)Olduğu için
Kaynak: Aşık Veli (Hayatı, kişiliği, deyişleri) İbrahim aslanoğlu - Başbakanlık Basımevi- 1984

ihsanozturk.com