Ozan Faruk 1931 yılında Sivas’a bağlı Gemerek ilçesinin Eşikli köyünde doğdu. Babasının adı Beşir, anasının adı Adeviye’dir.
Fakir bir ailenin tek çocuğu olarak dünyaya gelen Faruk olanaklar elvermediği için okula gidemedi, ancak sonraları ilkokul diplomasını dışardan sınava girerek aldı.
Küçüklüğünden beri duygusal bir yanı vardı ve halk edebiyatına, halk müziğine çok ilgi duyuyordu. 14 yaşında ilk şiirlerini yazmaya başladı.
Çocukluğu rençber olan babasına yardım ederek geçti. Ozanımız o günleri şöyle anlatır: “Köy yerinde çocuklar çalışmaya çok küçük yaşlarda başlarlar. Ben de 13 yaşıma girince babamın elinden işgücünü kendi üzerime almak, onu rahatlatmak isteğiyle çalışmaya başladım. Kendimiz fakir bir ev idik. Kapımızda sağılacak ancak bir ineğimiz; yük taşımada kullandığımız iki de merkebimiz vardı. Yürür servetimiz bunlardan ibaret idi. 1940’lı yıllarda gelir kaynağımız ormanlardaki ağaçlardı. O dönemdeki koşullar ormandan faydalanmamıza olanak veriyordu. Ormandan kestiğimiz ağaçları ova köylerde satmakla ihtiyacımızı temin eylerdik. Ormandan hariç başka bir gelirimiz yoktu. Orman kesmeyi de alışkanlık haline getirmiştik. Bilinçsiz bir düşünce ile ve hızla ormanı tüketiyorduk. Bir yandan da orman olamazsa ve ağaçları kesip satmazsak aç kalacağımızı düşünürdük. Yaşımız ilerledikçe, dünyayı daha iyi tanıdıkça bu yanlış tutumumuzla ormanları nasıl yok ettiğimizi düşünmek, bize tarifi mümkün olmayan bir pişmanlık veriyordu.
Ne yazık ki o günlerde geçimimizi temin edecek bir işimiz, herhangi bir umudumuz yoktu. ” Gidip ormanları kömür haline getirmekle, zenginlere gıptayla bakmakla, yoksulluk içinde geçen kara günler birbirini kovalamış, Aşık Faruk 18 yaşlarına girmişti. Bu günlerde baba ve anayurtları olan Eşikli Köyü’nden, Büyük Çat Köyü’ne göçtüler.
Yeni köylerine hemen alışamasalar da geçim şartları biraz olsun değişmiş, daha iyi bir hale gelmişti. Çat Köyü eski bir Ermeni Köyü olup yayılımı geniş, mezrası da çoktu. Bundan faydalanan Faruk, zengin olanlardan para alarak muamelecilik yapmaya, kendine yeni bir iş alanı yaratmaya başladı. Faruk işlerini severek ve büyük bir iştah içinde yapıyordu. Yani yaşam mücadelesi yeni yeni şekiller alarak sürüyordu…
Bu arada bazı ozanları tanıdı ve onların yaptıkları işlere; dünyaya, olaylara, insanlara bakışlarına, onların sır dolu edebi dünyalarına ilgi duymaya başladı. Bilindiği gibi Sivas’ın ozanı çoktu... Ayrıca ozanlar toplumda saygın olan kişilerdi. Gönlünden kendi kendine de “şimdi bir aşık olsam çalsam çığırsam” diye düşünüyordu. Bu sırada askerlik çağı da yaklaşmıştı. Askere gitmeden önce “ya bir özüm, ya bir sözüm olmalı” diye düşünüyordu. Kafasında arzu ederek yapmayı düşündüğü iki seçenek vardı: “Ya bir pehlivan, ya da bir âşık (ozan) olmak.” Âşık olma düşüncesi biraz daha ağır bastı. “Aşık olsam mahlasım ne olsa bana uyar" dedi. Ozan Faruk, Âşık Faruk, Kul Faruk v.b. bazı seçenekleri değerlendirdikten sonra "Ozan Faruk" mahlası diğerlerinden daha sıcak geldi. Sonuçta da bu mahlasta karar vererek duygu dolu dünyasını, düşüncelerini yavaş yavaş şiirleriyle aralamaya, insanlara kendini ozan diliyle ifade etmeye başladı.
Derken... Yaş 20 oldu. 1962 yılında Vatanî görevini yapmak üzere Erzurum’a gitti. Askerden sonra Sefil Selimi, Âşık Hüroğlu, Âşık Gündüz v.b. bir çok ozanın feyiz aldığı, Şarkışla’nın Mengensofular Köyü'nden Çoban Mehmet’le tanıştı. Çoban Mehmet’ten özellikle tasavvuf konularında yararlandı; görgü ve bilgisini arttırdı. Şiirlerinde o konulara daha çok ağırlık vermeye başladı.
Nezahat Hanım ile evli olan Ozan Faruk’un bu evlilikten Adeviye, Alim, Aslan ve Fatma adlı dört çocuğu oldu. 1969 yılında işçi olarak çalışmak üzere Almanya’ya gitti.
1984 yılında kesin dönüş yaparak memleketine geldi.
Şiirlerinde Faruk, Ozan Faruk, Faruk Ozan, Faruk Korkmaz gibi mahlaslar kullanan ozanımız, halen köyünde yaşamını sürdürmektedir. Değişik konularda 400 den fazla şiir yazan Ozan Faruk, en çok koşma ve semaî kalıplarını kullanmıştır.
Şiirlerinin bir kısmını topladığı, yayımlanmış bir şiir kitabı bulunmaktadır.
Şiirlerinden Örnekler:
ÖL KURTULAYIM
Yokluk kardeş olmuş mal ister benden
Hiçten bir hissen var al kurtulayım
Arısız kovandan bal ister benden
Getir terazini böl kurtulayım
Gençlik elden çıkar yokluk gülmeden
Ömrüm tekmil olup günün dolmadan
Günüm geçmez gözyaşımı silmeden
Şu gözüm yaşını sil kurtulayım
İlyas denizdedir Hızır karada
Kanaat yokladı bazı arada
Yokluk nöbet bekler benden sırada
Varlık bir kapımı çal kurtulayım
Her nereye gitsem geldin ardımdan
Ettin beni vatanımdan yurdumdan
Sen Faruk’un Faruk senin derdinden
Zalim vaden yetsin öl kurtulayım
SÖZLERİN SENİN
Ne bir erkanda var ne bir yolda var
Hatalı yazdığın sözlerin senin
Ne bir insanlıkta ne bir kulda var
Hiç mi utanmıyor yüzlerin senin
Kulu bilen bilir bilmeyen çok ki
Uyumuş gaflette haberi yok ki
Kepenek altında er yatar bak ki
Görsen tutmaz olur dizlerin senin
Bin cevher verdiler birin satmadın
Âşık oldun maşukuna yetmedin
Dört kapıda hiçbir mekan tutmadın
Temelli mi eksik tuzların senin
Pirin divanında ikrarın veren
Aleniyi değil gizliyi gören
Muhammed Ali’nin sırrına eren
Yollarda görülmez izlerin senin
Dostuma merhemim düşmana derdim
Gönlümü toprağın altında gördüm
Ozan Faruk der ki kime duyurdun
Doğru söylediğin sözlerin senin
BAK!
Ara bedenini gel insanoğlu
Vücutta hücreler düzenine bak
Cesedi çamurdan kul insanoğlu
Yaratıp içinde gezenine bak
Kendi hazırlamış kurmuş binayı
Mimarlar üstadı yapmış sinayı
Bir vasıta kılmış baba anayı
Kendini kendine yazanına bak
Ayaklar yürüyor gözler görüyor
Kendi mimarında kendi duruyor
Hayır şer halk etmiş hesap soruyor
Mahşerde kurulmuş mizanına bak
Muhammed’in adı Kur’an’da kelam
Kalbinin ilhamı elinde kalem
Bildireni saklar gizlenir bilen
Maşuka aşığın Ozanına bak