Esirî 1843 Yılında Malatya’nın Hekimhan ilçesine bağlı Güvenç köyünde, ailenin üçüncü çocuğu olarak dünyaya geldi. Babasının adı Kasım Ağa, kendi adı Mehmet'tir. Babası Hekimhan'ın Hasançelebi bucağına bağlı Basak köyü halkından olup 18. yüzyılda yörenin en ünlü aşıklarından biri olarak bilinen Baboğ Dede'nin dördüncü oğludur. Kasım Ağa, Baboğ Dede'nin vefatından sonra kardeşlerinden ayrılarak Basak köyü yakınlarında bulunan Güvenç köyüne yerleşti. Mehmet’te bu köyde dünyaya geldi.
Çocukluğunu akranları gibi köyde çobanlık yaparak geçiren Mehmet, boş zamanlarında da okuma yazma öğrenmeye başladı. Yine bu yıllarda bağlama çalmaya da merak sardı. Önceleridedesi Aşık Baboğ’un ve yörenin diğer ozanlarının türküleriniçalıp söyleyen Mehmet, bir gece rüyasında ak sakallı bir pir gördü. Pirin elinde bade dolu bir kase vardı… İçmesi için Mehmet’e uzattı.
Henüz 17 – 18 yaşlarında olan Mehmet pirin elinden badeyi aldı ve içti. Akabinde de kan-ter içinde, garip duygularla uykudan uyandı.
O geceyi bir şiirinde,
"Pir elinden dolu içip mest oldum
Aldım sattım her kıymetten üst oldum
Mürşit meydanında kemerbest oldum
Yüzümde yedi hat ağlara düştü"
dizeleriyle anlatanEsirî, bir başka şiirinde;
"Aşık olmayınca bade içilmez
Okuyup yazmazsan manâ seçilmez
Har biten yerlerde gülşen açılmaz
Bülbüle bu nalân efgan elverir"
dizeleriyle de hem okur-yazar olduğunu, hem de badeli âşık olduğunu vurgulamıştır.
Mehmet o günden sonra kendi deyişlerini söylemeye başladı. O dönemdeki deyişlerinde “Âşık Mehmet” mahlasını kullandı. Şiirlerindeki ahenkli,duruve güçlü anlatım, kısa bir sürede adını Malatya bölgesinde duyurmasına yetti.

20 yaşına geldiği zaman artık kabuğuna sığmaz olmuştu. Güvenç köyü dar gelmeye başlamıştı. Bir gün kardeşlerine "Benim özümde muhabbet coş eyledi. Ben Hacıbektaş'a Feyzullah Çelebi'yi ziyaretegideceğim" diyerek, köyünden ayrıldı. Hacıbektaş'a varıp Huzura çıktığında Feyzullah Çelebi'den çalıp söylemek için izin istedi. Aşığın sazını ve sözünü dinleyen Feyzullah Efendi çok etkilendi. Bir süre dergâhta konuk olmasını istedi.
Hacı Bektaş dergâhı dönemin bir eğitim kurumu niteliğindeydi. Ham gelen hizmeti ölçüsünde pişer, olgunlaşır, dönerdi. Mehmet burada dini, tasavvufî ve manevi kültür almasının yanı sıra, edebî bilgilerini de bir hayli artırdı. Arapça ve Farsça birikim gerektiren, divan-gazel gibi türlerde, aruz ölçüsüyle olgun şiirler yazabilecek duruma geldi.
Mehmet dergâhta kaldığı süre içinde kendini çok sevdirdi. Ancak köyden ilk ayrılışıydı ve yakınlarını özlemişti. Ayrılmak için destur istemek üzere huzura çıktı.utangaç bir yapısı vardı ve meramını anlatmaktan çekiniyordu. Feyzullah Çelebi "Söyle Esirî’m saklama sırrını" deyince, köye dönmek için izin istedi. Feyzullah Çelebi’nin kendine Esirî diye hitap etmesiçok hoşuna gitti. O günden sonra “Esirî” mahlasını kullanmaya başladı.
Güvenç köyüne döndükten sonra evlenen Esirî, uzun yıllar köyünde yaşadı. Bu dönemde sık sık Hacıbektaş’a ziyarete gidip geldi. Yaşamının son döneminde ileri yaşına rağmen köyünü terk ederek çocuklarıyla yine Hekimhan'ın merkez köylerinden Çulhalı köyüne yerleşti. 1913 yılında 70 yaşındayken Çulhalı köyünde vefat eden Esirî, bu köyde defnedildi.
Esirî'nin şiirlerinin toplandığı iki büyük cönk vardır. Bunlardan biri Hamza adlı torununda kalmış, diğeri de 1952 yılında Malatya’nın Yazıhan ilçesi Karaca köyünden Abdurrahman Ünlüer tarafından alınıp, Ankara'da Avukat Cemal Özbey'e verilmiştir. Cemal Özbey uzun yıllar sakladığı bu defteri, araştırmacı – yazar Mehmet Yardımcı’ya vermiştir. Bu defterde 250 şiir bulunmaktadır. Şiirlerinin bir kısmı da araştırmacı – yazar İsmail Özmen tarafından gün ışığına çıkarılmıştır.
Şiirlerinden örnekler:
1 -
Firgatlı firgatlı ne iniliyorsun
Sarı durnam sinen yaralandı mı?
Hiç el değmeden de iniliyorsun
Sarı durnam sinen yaralandı mı?
Sazım sana yâd düzen mi düzdüler
Tellerini haddeden mi süzdüler
Yâd el değip perdelerin bozdular
Sarı durnam sinen yaralandı mı?
Sana kelam söyler davudi diller
Şu senin sedana maildir eller
Göğsüne takayım alışkın teller
Sarı durnam sinen yaralandı mı?
Baş perdeden çalınıyor bağlama
Esip fırgatınan sinem dağlama
Bulam ustasını canan ağlama
Sarı durnam sinen yaralandı mı?
Niçin yas tutarsın giydin kareler
Ahiret derdine nedir çareler
Esirî der derdin beni pareler
Sarı durnam sinen yaralandı mı?
2 -
Gel ey gönül mülk edinme bu dehri
Eli göçmüş hüsn'insana dönersin
Bal diye sunarlar akibet zehri
Tacı tahtı bimekâna dönersin
Verme iradeyi nefsin eline
Salmaz seni Hakkın doğru yoluna
Ecel yeli değer ömrün dalına
Pençe yemiş aşiyana dönersin
Duydun duymadın mı Bermeki Şah’ı
Emrine muntazır bunca sipahi
İnsin cinin padişahı penahı
Davut oğlu Süleyman'a dönersin
Bu felek oncasın eyledi berbat
Hiç gelip geçenden almadın m'irşat
Ne idi cihana gelmekte maksat
Esirî der lâ mekâna dönersin
3 -
Gam ü hasretden usandım
El vermez mi sitem bana
Bu gam şerbetinden kandım
Tesir etti bu câm bana
Seherde bülbülün sesi
Zevk için bekler kafesi
Bakasız deyi ötesi
Çağırırdı müdam bana
Sevmek gerek imiş zatı
Bildire ilm-i hikmeti
Sarraf bilir bu kıymeti
Kulum diye ricam bana
Üç yüz atmış altı varak
Yakın gözle gezme ırak
Bana aslı erbab gerek
Dil verdiler hitam bana
Mert gerek meydana lâyık
Dört kapı erkâna lâyık
Kul odur sultana lâyık
Ders verirdi hocam bana
Anasırdan bir ev yaptık
Allah'ın emrine taptık
Seve seve öyle çıktık
Kulum dedi müdam bana
Esirî aşka ser olan
Üç ile beşte sır olan
Noktai vahdet bir olan
Hak-î payı iman bana
4 -
Bir sadık yar gördüm dalgam taşırdı
Kınaman gaziler dem delisiyim
Alıp aklım beni derde düşürdü
Aktı didem yaşı nem delisiyim
Sevdaya düşürdüm sevdasız seri
Beni Mecnun etti hubların biri
Hakikatta dört kapının haberi
Dediler lem Ali zem delisiyim
Sensin var eyleyip veren nasibim
Yürekte yaraya merhem talibim
Medet mürvet güneş yüzlü habibim
Seni görmeyeli gam delisiyim
Nazar eyle şu bülbülün ötüşün
Kahpe felek niçe yıkmış örüşün
Eğer sorarsanız benzim sarışın
Mihrican dokunmuş sam delisiyim
Gel Esiri bi-bakayı yaptırma
Bu fena dünyaya gönül kaptırma
Doğru yürü Hak ırakı saptırma
Yürektedir yaram em delisiyim

5 -
Seni reftarına intizar iken
Yad ellere karşı salınma dostum
On sekiz bin alem aşikar iken
Gizleyip sırrını bilinme dostum
Beni çektin gami hicran dağına
Gönül arzu çeker yeğli yeğine
Rast geldim güzellerin çağına
Oyunbazsın desem alınma dostum
Kul edip özünü pazarda sattın
Necef deryasına Zülfikar kattın
Ezelden benimle ahd aman ettin
Olur olmaz yerde bulunma dostum
Kan ederim kalbi rakip bakarsa
Acepleme fırak beni yakarsa
Mürg ü hasret sineme el takarsa
Güç olur sensiz ben olunma dostum
Esiri'yi çaker etsen kapında
Arzum kaldı dergahında tapunda
Noksan yoktur hiç yaptığın yapında
Aşk ile malamat gülünme dostum
Yalvardım Mevla'ya geçmedi dilek
Aldı zapteyledi bu dert vah beni
Erenler de merdan yayın açmadı
Kabdan kaba soktu bu dert vah beni
Yalvardım Mevla'ya olmadı çare
Yanıyor yüreğim kaynaşır yara
Ezelden yazılmış kanunu tura
Bölük bölük böldü bu dert vah beni
Kerbela'ya yolladım bir yavru emlik
Eylen dedim eylenmedi bir demlik
Dedim mahbup ne gördün benden kemlik
Dedi kurban için ister hah beni
Esiri gel dinle emri hüdayı
Küş eyle gel Kerbela'yı nidayı
Sene seksen yedi Muharrem ayı
Bu hizmete layık gördü Hak beni
Fırgat (firkat): Ayrılık.
Hadde: Tel çekilen alet.
Fırgatlı: Dertli.
Dehr: Zaman.
Bimekân:Yersiz, yurtsuz.
Aşiyan: Kuş yuvası.
Lâ mekân: Mekânsız.
ihsanozturk.com